İnsanların vicdanlarını etkisiz hale getirmek için kullandıkları en önemli etkenlerden biri, kendilerini her konuda yeterli görmeleridir. Örneğin din konusu sorulduğunda, hemen herkes kendisinin temiz kalpli olduğunu, hiç kimseye bir zararının dokunmadığını, dini hislerinin çok güçlü olduğunu söyleyecektir. Oysa bunlar kendini aldatmadan başka bir anlam taşımaz. Önemli olan Allah’a kulluk etmek ve O’nun dilediği gibi yaşamaktır. İnsan bunu yapmadığı sürece yaptığı başka herşey anlamsız, boş ve zararlıdır. Yaptıkları kötülükleri güzel sanan bu gibi kişilerden bir ayette şöyle söz edilir:
Kötü olarak işledikleri kendisine çekici-süslü kılınıp da onu güzel gören mi (Allah Katında kabul görecek)? Artık şüphesiz Allah, dilediğini saptırır, dilediğini hidayete eriştirir… (Fatır Suresi, 8)
Bir insanın yaptıklarını güzel ve çekici görmesinin nedeni, kendisini hatasız, eksiksiz, mükemmel bir insan gibi görmesidir. Kendisinin temiz kalpli, iyi niyetli vs. olduğunu öne sürerek Allah Katında iyi bir kul olarak kabul ettiğini iddia edenler, bu durumdadırlar. Oysa gerçek iddia ettiklerinden çok farklıdır. Bir ayette, insanın kendisini yeterli görmesinin doğrudan sapmasının en büyük nedeni olduğu şöyle bildirilir:
Hayır; gerçekten insan, azar. Kendini müstağni gördüğünden. (Alak Suresi, 6-7)
Müstağni kelimesinin anlamı sözlükte “yeterli gören, doygun” olarak belirtilmektedir. Kuran’da kullanıldığı anlamı ise, bir kimsenin Allah’a yakınlığını, Allah ve ahiret korkusunu, ahlakını, dindarlığını yeterli görmesi ve dolayısıyla daha iyisinin arayışına girmemesi şeklindedir. İnsanların çoğu, bu nedenle Allah’ın yolundan sapar.
Oysa insanlar her ne kadar kendilerini yeterli görseler de, aslında vicdanlarında ne kadar eksik olduklarını, Allah’ı razı etmek için neleri yapmadıklarını çok iyi bilirler. Hatta bundan dolayı, ölüm, ahiret, kıyamet gibi konulardan söz etmek istemezler. Biri konuyu açtığında ise hemen konuyu kapatmaya ve “keyiflerini kaçırmamaya” çalışırlar. Keyiflerinin kaçmasının nedeni, ölümü, cenneti ve cehennemi bilmelerine rağmen vicdanlarına uymamaları ve bu nedenle çektikleri iç sıkıntısıdır.
Vicdanını dinleyen bir insanın ise kendisini yeterli görmesi mümkün olmaz. Aksine sürekli, her konuda daha iyisini arar, daha fazlasını yapmaya çalışır. Çünkü vicdanı insana sürekli hesap gününü hatırlatır. Öldükten sonra Allah’a dünya hayatı ile ilgili hesap vereceğini düşünen bir insan da hiçbir zaman yaptıklarını yeterli görmez; Yaratıcısı olan Allah’ın kendisine emrettiklerini büyük bir titizlikle uygular. Kuran’da Allah’ın rızası ve ahiret için ciddi çaba gösterenler hakkında şöyle denir:
Kim çarçabuk olanı (geçici dünya arzularını) isterse, orada istediğimiz kimseye dilediğimizi çabuklaştırırız, sonra ona cehennemi (yurt) kılarız; ona, kınanmış ve kovulmuş olarak gider. Kim de ahireti ister ve bir mü’min olarak ciddi bir çaba göstererek ona çalışırsa, işte böylelerinin çabası şükre şayandır. (İsra Suresi, 18-19)
Kuşkusuz daha önce de üzerinde durduğumuz gibi, ancak vicdana uyulduğu takdirde Allah yolunda ciddi bir çaba gösterilir. Cahiliyenin anlayışında ise toplumun geneline göre “ortalı” bir ahlak göstermek yeterlidir. Birçok insan adam öldürme, hırsızlık gibi suçları işlemediği sürece ahlakının ve dindarlığının yeterli olduğunu zanneder. Ancak yapmadığı, ertelediği, gözardı ettiği yüzlerce ahlak özelliği ve ibadet bulunduğunu düşünmez. Haram olduğu halde dedikodu yapar, namaz kılmaz, Allah’ın istediği güzel ahlakın yaşanması için hiçbir çaba harcamaz, Allah’ı anmaz ya da çok az anar, kendisine verdiği nimetler için şükretmez, hatta bunların hepsini kendi emeğiyle kazandığını düşünerek kibirlenir, işine gelmediğinde adaletsiz davranabilir, yalan söyleyebilir. Bütün bunlara rağmen kendisini yeterli görmesi ve ahiretteki hesaptan korkmaması, vicdansızlığının bir delilidir.
Kuran’da örnekleri verilen peygamberler ve müminler ise yüksek vicdanın en güzel örneklerini sergilerler. Dualarında, kendilerini yeterli görmeyip Allah’tan kendileri için daha fazlasını istedikleri açıkça görülmektedir. Örneğin Hz. Yusuf Allah’a “… Müslüman olarak benim hayatıma son ver ve beni salihlerin arasına kat” (Yusuf Suresi, 101) diye dua etmektedir. Peygamber olmasına rağmen ahiretten korku ve umutla söz etmektedir. Ancak cahil insanlar cennete gideceklerinden emin olarak konuşurlar. Oysa kendilerini yeterli görüp Allah’a karşı büyüklenen bu insanlar, ahirette hiç ummadıkları bir ortamla karşılaşacak ve hüsrana uğrayacaklardır:
Kişinin (yana yakıla) şöyle diyeceği (gün): “Allah yanında (kullukta) yaptığım kusurlardan dolayı yazıklar olsun, (bana) doğrusu ben, (Allah’ın diniyle) alay edenlerdendim.” Veya: “Gerçekten Allah bana hidayet verseydi, elbette muttakilerden olurdum” diyeceği, ya da azabı gördüğü zaman: “Benim için bir kere daha (dünyaya dönme fırsatı) olsaydı da, ihsan edenlerden olsaydım” (diyeceği günden sakının). “Hayır, Benim ayetlerim sana gelmişti, fakat sen onları yalanladın, büyüklüğe kapıldın ve kafirlerden oldun.” Kıyamet günü, Allah’a karşı yalan söyleyenlerin yüzlerinin kapkara olduğunu görürsün. Büyüklenenler için cehennemde bir konaklama yeri mi yok? (Zümer Suresi, 56-60)