Geçtiğimiz günlerde Türkiye’de kamuoyunu sarsan bir olay yaşandı. Gencecik bir kızımız Özgecan Aslan, insanlık dışı bir saldırı sonucu şehit oldu. Henüz bu olayın etkisi geçmeden başka kadın cinayetleri haberleri de geldi. Aslında gün geçmiyor ki gerek ülkemizde, gerekse dünyada kadına yönelik şiddet, cinsel istismar ve cinayet haberleri duyulmasın. Üstelik bu şiddet olaylarında eğitimin, gelişmişlik düzeyinin, farklı kültürlerde yetişmiş olmanın da pek etkisi olmuyor. Ülkelerin gelişmişlik düzeyi ile kadınlara verilen değer arasında bir bağlantı olduğu düşünülse de istatistikler dünyanın hemen her yerinde kadınların baskıya, zora ve saldırıya maruz kaldıklarını gösteriyor.
Bugün dünya üzerinde yaşayan kadınların yarısı eşlerinden şiddet görüyor. Çin’de, yılda 1 milyon kız çocuğu doğar doğmaz öldürülüyor. Dünyada şiddet yoluyla kaybedilen kadın sayısı 40-50 milyonu buluyor. Uluslararası Göç Örgütü, her yıl 2 milyon kadının sınır ötesi kadın ticaretinde kullanıldığından bahsediyor. (http://ihd.org.tr) Halen en az 54 ülkede kadınlara yönelik ayrımcı yasalar bulunuyor. Her üç kadından biri dayak yiyor, cinsel istismara ve tecavüze uğruyor. Cinayete kurban giden kadınların yüzde 70’i erkek partnerleri tarafından öldürülüyor. Kadınlar sadece cinsel istismar ve şiddete maruz kalmıyorlar. Aynı zamanda ekonomik anlamda da sömürülüyorlar. Örneğin dünyadaki işlerin yüzde 66’sını kadınlar yapıyor, fakat dünyadaki toplam gelirin sadece yüzde 10’una sahipler. Mal varlığının ise % 1’ine. Başka bir deyişle dünyadaki işlerin yüzde 34’ü erkekler tarafından görülüyor, ama erkekler dünyadaki toplam gelirin yüzde 90’ına ve toplam mal varlığının yüzde 99’una sahipler.(http://bilgimce.com/belirligun/dunyada-turkiyede-kadinlarla-ilgili-istatistik.html ).
Kadınlar geçmişte de tacize, şiddete ve ekonomik sömürüye maruz kalıyorlardı, günümüzde de kalıyorlar… Sosyologlar ve psikologlar kadına şiddetin ana nedenlerini bilimsel olarak araştırıyorlar. Bu araştırmalarda işsizlik, yoksulluk ve eğitimsizlik gibi sosyal nedenlerin, alkol ve uyuşturucu kullanımının, çocukluğunda şiddet gören erkeklerin psikolojik bozukluklarının ve toplumsal baskıların, kadına yönelik şiddetin ana nedenleri olduğunu belirtiliyorlar. Şiddet ve saldırganlığın erkeğin doğasında olduğu, saldırganlığın erkek için güç, cesaret, enerji ve ataklık anlamına geldiği gibi son derece yüzeysel ve mantık dışı teoriler de ortaya atılıyor. Ancak bunların hiçbiri kadına yönelik şiddeti önlemeye yetmiyor.
Akademik araştırmaların bilimsel sonuçları kadına yönelik şiddete karşı alınacak tedbirler için önemli veriler içeriyor. Fakat bu araştırmaların ve alınan önlemlerin tek başına yeterli olmadığı da bir gerçek… Çünkü ne gelir seviyesinin ve eğitim düzeyinin yüksek olması, ne de ülkelerin gelişmiş olmaları kadına yönelik şiddete engel olamıyor. Nitekim ABD’de, her 6 dakikada bir kadına tecavüz ediliyor. İngiltere’de, her 7 kadından biri birlikte olduğu erkek tarafından tecavüze uğruyor. Fransa’da, her ay 6 kadın aile içi şiddet nedeniyle hayatını kaybediyor. (http://www.wonderslist.com/10-countries-highest-rape-crime/) Ülkemizde de durum farklı değil, kadınlarımızın %97’si şiddete maruz kalıyor. Nitekim bu son iki ay içinde 30’dan fazla kadın hayatını kaybetti.
Tedirgin edici bu veriler, dünyada kadınların şiddet, psikolojik baskı, eşitsizlik, ayrımcılık ve haksızlık içinde yaşamaya devam ettiklerini gözler önüne seriyor.
Kadına yönelik siyasi ve toplumsal baskı geçmişten beri devam eden çirkin bir alışkanlık halini almış durumda. Dünyanın en gelişmiş ve zengin ülkelerinde bile rastlanan bu zihniyetin arkasında, kadının yarım varlık olarak görülmesinin payı var. Bunun sonucunda kadın sözde ezilmeye mahkum, zavallı, baskı kurulmaya müstahak bir varlık olarak algılanıyor. Kadınların, dünyanın çoğu ülkesinde eğitimden yoksun bırakılmasında, eve hapsedilmesinde, çalışma imkanlarının yasal ve geleneksel engellerle kısıtlanmasında, çalışma ortamında eşitsizlik ve ayrımcılıkla karşılaşmasında, böylece toplumun en fakir, en korumasız ve zayıf kesimi haline gelmesinde bu yanlış algının büyük payı var.
Tüm dünyada kemikleşen, kadınlara yönelik bu çarpık bakış açısının ve yanlış kadın hakları arayışlarının değişmesi gerek… Ancak kınayarak, ayıplayarak ya da göstermelik yasalarla bu hak arayışının çözülemeyeceği de açık. Kadına sosyal hayatta, siyasette, kamusal alanlarda, iş yerlerinde, sokakta, evde kısacası her yerde öncelik tanınması önemli. Kadına yönelik şiddete karşı caydırıcı yasaların olması, şiddete uğrayan kadınlar için sığınma evlerinin sayısının artırılması, şiddeti önlemek için kampanyalar, ana-baba eğitim programları başlatılması, medyanın kadına yönelik şiddeti önleyici yayınlar yapması bu yönde atılacak olumlu adımlar. Ancak esas olarak herkes kadına şiddet uygulayanların en ağır şekilde cezalandırılmasını istiyor. Oysa asıl üzerinde durulması gereken bu tip suçların hiç işlenmemesini sağlamak ve kadına uzanacak eli engelleyebilmek.
Burada çözüm için sorunun ana kaynağına inmek gerekiyor. Yıllarca insanlara empoze edilen, çıkarcı, Allah’tan uzak eğitim sistemi bunun sonucunda ortaya çıkan inançsızlık toplumdaki şiddetin altında yatan ana sebep. Çünkü insanlar bir evrenin, doğanın, canlıların bir yaratıcısı olduğu, herkesin yaşam hakkı olduğunu düşünmüyor. Egoizm, kendini beğenmişlik, kendi menfaatini düşünen insanlar yoğun bir şekilde tatminsizlik duygusuna kapılmaya başlıyor. Bu da toplumda vahşice bir sahiplenme, kıskançlık, sevgisizlik ve nefret duygusunu ayyuka çıkarıyor. Şefkat, merhamet ve anlayış yerini kavgaya, saldırganlığa ve çatışmaya bırakıyor. Haklının değil güçlünün ayakta kalabileceği inancı dünyayı adeta bir sevgisizlik cehennemine dönüştürüyor.
Ben merkezli, sağlıksız, patlamaya hazır bir bomba gibi yaşayan insan modeli, zengin de olsa, onlarca üniversite bitirmiş de olsa bozuk ruhundaki şiddet kültürünü bir türlü terk edemiyor. Egoizm ve sevgisizlik, bireyleri kendisinden başkasına değer vermemeye itiyor. Sadece şahsi çıkar için bir araya gelen kadın ve erkek zamanla birbirinden nefret ediyor ve sonuçta erkeğe göre daha narin olan kadınlar ciddi şekilde şiddete maruz kalıyor. En güzel evler bir anda kadın için hapishaneye dönüşebiliyor ya da en güzel ortamlar kadın için kabus olabiliyor.
Sorunun çözümü için zihinlerde kadını yarım varlık olarak gören yanlış, bağnaz ve fanatik fikirlerin değişmesinin gerektiği açıktır. Kadın Allah’ın bu dünyadaki en güzel tecellisidir ve çok özel bir varlıktır. Çarpık ideolojiler tarafından empoze edilmeye çalışılan çarpık zihniyetin aksine kadının merhamette, şefkatte, sevgide, sadakatte, vefada, kibarlıkta, temizlikte, titizlikte, detay düşünmede, kalitede, güzellikte ve daha birçok konuda erkekten daha üstün olduğu anlatılmalı, ayrıca kadınların, nazik ve nazenin oldukları, hoş ve çok zeki oldukları hatırlatılmalıdır.
Unutulmamalıdır ki erkek daha yüzeysel ve düz düşünürken, kadın daha girift düşünür. Sanata estetiğe olan eğilimi de çok daha güçlüdür kadının. Bu nedenle kadın dünyanın süsü, güzelliği ve en büyük nimetidir. Allah korkusu ve Allah sevgisiyle birlikte kadının bu özelliklerinin sürekli, kapsamlı, ciddi ve samimi eğitimle gençlere anlatılması hayati önem taşımaktadır. Allah korkusu ve Allah sevgisi olan bir insan, karşısındaki kadını Allah’ın yarattığını bildiği için ona karşı büyük bir sevgi ve saygı duyar. Allah korkusu olan bir erkek kadına karşı en ufak bir incitici söz söylemez ve onu tüm imkanları ile koruma altına alır.
Adnan Oktar’ın Aiila Dergisi ve Urdu Times’da yayınlanan makalesi:
http://aaila.org/issue/ramadan-2015/article/women-should-be-cherished-and-loved