Firavun ve çevresi, inkarları sebebiyle yıllar süren çeşitli azaplara uğratıldılar. Bunlara tahammül edemeyeceklerini anladıkları zaman, her ne kadar gurur ve kibirlerine ağır gelmesine rağmen, Hz. Musa’ya başvurdular. O’na, kendilerinden bu azabı uzaklaştırdığı takdirde iman edeceklerine dair söz verdiler:

Başlarına iğrenç bir azap çökünce, dediler ki: “Ey Musa, Rabbine sana verdiği ahid adına- bizim için dua et. Eğer bu iğrenç azabı üzerimizden çekip giderirsen, andolsun sana iman edeceğiz ve İsrailoğullarını seninle göndereceğiz.” (Araf Suresi, 134)

Allah Hz. Musa’nın duasına icabet etti ve sözlerinde durmaları için bir süre azabı üzerlerinden giderdi. Oysa Firavun ve çevresi, her zorba inkarcının sahip olduğu dönek ve güvenilmez karakteri sergilediler ve azap üzerlerinden kaldırılıp rahatlayınca vicdanlarına sırt çevirerek verdikleri söze ihanet ettiler.

Sonunda da bütün bu olanların ardından Allah bu insanlardan, ayetlerini yalanlamalarından ve onlardan habersizmiş gibi davranmalarından ötürü intikam aldı, “Muntakim” (intikam alıcı) sıfatını tecelli ettirdi. Ayetlerde şöyle buyrulmaktadır:

Ne zaman ki, onların erişebilecekleri bir süreye kadar, o iğrenç azabı çekip-giderdik, onlar yine andlarını bozdular. Biz de onlardan intikam aldık ve ayetlerimizi yalanlamaları ve onlardan habersizmişler (gibi) olmaları nedeniyle onları suda boğduk. (Araf Suresi, 135-136)

Aslında Firavun’un tüm inkarına ve azgınlığına rağmen Allah’ın gücünü vicdanen bildiği bu olayla da görülmektedir, çünkü Firavun ve çevresi bu felaketlerin üzerlerinden kalkması için Hz. Musa’nın Allah’tan yardım dilemesini istemişlerdir. Ancak kibirleri o kadar güçlüdür ki, vicdanları doğruyu bilmesine rağmen büyüklenmeleriden dolayı Hz. Musa’ya yine tabi olmamışlardır.

Firavun’un müminlere karşı yaptığı zulüm ve eziyetlere karşılık güçlü bir vicdan gösterisi:

Firavun, Hz. Musa’yı alt edebilmek için türlü yollar denedi. Bunlardan biri, Hz. Musa’yı en güvendiği büyücüleri ile karşı karşıya getirmek için düzenlediği karşılaşmaydı. Kendince adil ve demokrat süsü verilmiş hileli bir oyunla Hz. Musa’yı küçük düşüreceğini, böylece kurulu sistemini koruyabileceğini ve hatta sağlamlaştıracağını hesaplıyordu.

Belirlenen gün geldiğinde Hz. Musa ve büyücüler, halkın toplandığı bir meydanda karşı karşıya geldiler. Büyücüler güçlerini göstermek için asalarını fırlattılar. Yaptıkları sihirin etkisiyle, asalar koşar gibi göründü. Ancak Hz. Musa asasını fırlatınca, Allah’ın izniyle asa büyücülerin kurduğu düzeni yuttu. Bunun üzerine Hz. Musa’nın gerçeği söylediğini, onun Allah’ın elçisi olduğunu ve Allah’tan başka bir ilah ve güç olmadığını anlayan büyücüler, Allah’a iman ettiler. Bu, Firavun için büyük bir yenilgi, kurduğu tuzağın başına geçmesi anlamına geliyordu. Bu yüzden büyücüler Allah’a iman ettiklerinde, Firavun’un tepkisi çok büyük olmuştur. Çünkü hem halkının gözü önünde küçük düşmüş, hem önemli bir siyasi gücü yitirmiş, hem de kendi sistemine karşı büyük bir tehlike olarak gördüğü Hz. Musa önemli bir galibiyet elde etmişti. Sonuç olarak Firavun iman eden büyücülerin çok ağır bir cezaya çarptırılmalarına karar verdi. Her büyücünün kollarından biri ve o kolunun diğer tarafındaki bacağı kesilecek veya büyücüler hurma dallarında idam edileceklerdi. (Araf Suresi, 120-124)

Eğer bu cezalar biraz incelenirse, Firavun’un zalimliği daha iyi anlaşılabilir. Çaprazlama kol ve bacakların kesilmesi, sağ el ile sol bacağın veya sol el ile sağ bacağın kesilmesi demekti. Böyle bir cezaya çarptırılan bir insan ömrünün sonuna kadar tarifsiz sıkıntılar çeker. Dahası o günkü teknoloji ve tıbbi imkanlar düşünüldüğünde, bu insanların karşılaştığı acı daha iyi anlaşılır. Böyle bir cezanın, bu cezayı hak etmek için hiçbir suç işlememiş, aksine Allah’a iman gibi en büyük erdemi göstermiş insanlara uygulanması, elbette çok büyük bir zulüm ve vicdansızlıktır.

Firavun’un bu son derece vicdansız ve zalim tavırlarına karşılık büyücülerin vicdanlarının gücü ise büyük bir tezattır. Doğruyu gören büyücüler, Firavun’un zulmüne ve tehditlerine rağmen vicdanlarına uymakta ısrar etmişlerdir. Onların bu tavrı Kuran’da tüm Müslümanlara örnek olarak aktarılmaktadır. Firavun işkence emrini verdikten sonra, büyücüler ona şu cevabı vermişlerdir:

… Bize gelen apaçık delillere ve bizi yaratana seni asla ‘tercih edip -seçmeyiz’. Neyde hükmünü yürütebileceksen, durmaksızın hükmünü yürüt; sen, yalnızca bu dünya hayatında hükmünü yürütebilirsin.” (Taha Suresi, 72)

Firavunlar bundan binlerce sene önce yaşamış hükümdarlardır. Ancak Kuran’da anlatılan Firavun, aynı zamanda kendisinden önce ve sonra gelen yüzlerce önderin karakterini temsil etmektedir. Bu önderlerin hepsinin ortak noktası, “ateşe çağıran önderler” olmalarıdır. Bu önderlerin önderi de şeytandır. Söz konusu kişiler vicdanlarına uymayarak, hatta vicdanlarına savaş açarak, dünya hırsı ile şeytanın emrettiklerine uymuşlardır.

Ancak Firavun’un benzerleri mutlaka hükümdarlardan çıkmaz. Firavun karakteri, onun gibi Allah’a isyan eden bütün inkarcılarda kolaylıkla gözlenebilir. İman etmeyişleri, inkarlarındaki mutlak ısrarları, küçük de olsa makam hırslarıyla binlerce ve milyonlarca Firavun, yeryüzünde hep var olacaktır. Ahirette varacakları yer ise aynıdır: Ebedi aşağılanmanın ve ateş azabının yeri olan cehennem.