Her insanın nefsinde bencillik, haset, kin, öfke, vurdumduymazlık gibi çok fazla negatif yön vardır. Ancak kişi iman ettiği takdirde bu yönlerini eğitebilir, ahlakını güzelleştirerek gerçek huzuru ve mutluluğu yakalayabilir. İman etmeyip nefsinin peşinden sürüklendiğinde ise nefsin kötülükleri kişinin ruhunu ele geçirir ve mutsuzluk tüm hücrelerine kadar işler. Bu durumda artık o kişi yaşamını bencilce sürdürmeye, nefrete kendini bırakmaya, sevgiden uzaklaşmaya ve daima kendi isteklerini, kendi ihtiyaçlarını gözetmeye başlar ki bu son derece tehlikeli bir durumdur.

Dünyadaki imtihan gereği her insan hayatı boyunca nefsinin hoşuna gitmeyen olaylarla da karşılaşabilir, incitici sözler işitebilir, nezaketsiz tavırlarla muhatap olabilir. Eğer kişinin kalbi imandan kaynaklanan derin bir sabır ve tevekkülle dolu değilse, böyle durumlarda nefsi harekete geçer ve kişi derhal kendini öfkeye teslim eder. Sükunetle hallolacak, kolaylıkla yatıştırılacak konular soruna dönüşebilir. Kavgaların, çatışmaların, dargınlıkların hatta savaşların ardında yatan asıl sebep de budur.

Birbirlerine şefkatle, merhametle yaklaşmayan insanlar sıradan olaylarda bile orta yolu bulamaz, gereksiz yere tartışır, kavga ederler. Hatta öyle insanlar vardır ki tek bir sözden dolayı karşısındaki kişiyi yok sayıp, bir ömür boyu dargın kalabilmektedirler. Oysa affetmemek, şefkatli olamamak, hataları bağışlamamak en çok kişinin kendisini sıkar ve daraltır. Affetmeyen, bağışlamayan kalp gizli bir sıkıntı ile dolar, huzursuz olur.

Her insan bir hata yaptığında affedilmeyi bekler, yanlışlarına iyi yönden bakılmasını, olumsuz özellikleriyle hatırlanmamayı ister. İşlediği günahlardan dolayı da Allah’ın kendisini bağışlayacağı umudunu taşır ki bu herkes için geçerlidir. Ne var ki kimi insanlar kendileri için kayıtsız-şartsız bağışlanma talep ederlerken başkalarına aynı toleransı göstermeyebilmektedirler.

Peki kendisinin her ne koşulda olursa olsun bağışlanmasını isteyen biri acaba neden başkalarını bağışlamaktan kaçınabilmektedir?

Öncelikle affetmek, bağışlamak, yatıştırıcı olmak, insanları kırıp incitmeden onların gönüllerini almak mümin vasıflarındandır. Hatta Kuran’da kötülüğün karşılığı olarak bile affedici olmak tavsiye edilmiştir:

Kötülüğün karşılığı, onun misli (benzeri) olan kötülüktür. Ama kim affeder ve ıslah ederse (dirliği kurup-sağlarsa) artık onun ecri Allah’a aittir. Gerçekten O, zalimleri sevmez. (Şura Suresi, 40)

İnsan nefsini çok iyi tanıyıp, onu imanla, Allah korkusuyla, Kuran’la eğitirse o zaman dünya adeta cennete döner. Kaderini yaşadığını bilen, dünyada başına gelen olaylara hayır gözüyle bakan ve Allah’a büyük bir aşkla bağlanan bir mümin daima affedicidir, hoşgörülüdür. Çevresine huzur verir. Affetmenin erdem olduğunu çok iyi bilir ve her imtihanı güzellikle, neşeyle karşılar.

Sizden, faziletli ve varlıklı olanlar, yakınlara, yoksullara ve Allah yolunda hicret edenlere vermekte eksiltme yapmasınlar, affetsinler ve hoşgörsünler. Allah’ın sizi bağışlamasını sevmez misiniz? Allah, bağışlayandır, esirgeyendir (Nur Suresi, 22)

Müminin asıl içini titreten Allah’ın razı olmadığı bir hareketi yapmaktır. Böyle bir ruh halinde kişiler ve olaylar önemini yitirir, mümin yalnızca yüzünü tüm kainatı kudreti ile yöneten Allah’a çevirir. İman etmeyenler ise olumsuzlukların ve nefretin içinde boğulup birbirlerinden intikam alma peşine düşerler. Şeytan böylelikle onları daha dünyadayken cehennemi andıran, kapkaranlık, sıkıntı ve çekişme dolu bir hayatın içine çeker. Sevgisiz ve bencil nefislerin çatışması hem bu dünyada, hem de ahirette sonsuza kadar devam eder.

Peygamberimizin (sav) çok sevdiği amcası Hz. Hamza’yı şehit eden Vahşi’yi affetmesi tüm müminlere örnek olan çok güzel bir davranıştır. Müslümanlar tarafından da Hazreti Vahşi olarak adlandırılan bu mübarek sahabinin hayatında Allah’ın bağışlayıcılığı, şefkati, rahmeti ve merhameti Peygamber Efendimiz’in (sav) üzerinde en güzel şekilde tecelli etmiştir. Aynı şekilde, Hz. Yusuf da kendisini yıllarca zindanda unutan kişiyi ve kendisini kuyuya atan kardeşlerini affederek güzel ahlak göstermiştir. İman etmeyenler tarafından delilikle suçlanan, alay, tehdit ve iftiralara maruz kalan peygamberler de her zaman bağışlayıcı davranarak Allah’ın affediciliğini üzerlerinde tecelli ettirmişler, Allah’ın yazdığı kadere güzellikle teslim olduklarını inkar edenlere göstermişlerdir.

Tüm müminler Allah’ın beğendiği ve Kuran ile öğrettiği bu yüksek ahlaka ulaşmak için çabalamalı, affedici olmalı, ömür boyunca hiç yılmadan, kararlılıkla olaylara merhametle, şefkatle yaklaşmalıdırlar. Mümine yakışan olgunluk, derinlik ve Allah’a teslimiyettir. Affeden kalp hafifler, affeden ruh rahatlar. Şu da unutulmamalıdır ki, önemli olan bir kulun diğer bir kulu affetmesi değil, Allah’ın insanı affetmesidir. İnsan ne kadar merhametli ve bağışlayıcı olursa, merhamet görmeye o oranda layık olur. Mümin bu gerçeği bilerek yaşar ve Allah’ın rızasını kazanmak için daima affedici, bağışlayıcı bir tavır sergiler. Sevgi için yaratılan bu kainatın içinde sevgi ve merhamet dolu bir kalple yaşamak en doğru olandır.