Mümin olanlar, ancak o kimselerdir ki, onlar, Allah’a ve Resûlü’ne iman ettiler, sonra hiçbir kuşkuya kapılmadan Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla mücadele ettiler. İşte onlar, sadık (doğru) olanların ta kendileridir. (Hucurat Suresi, 15)

Ayette bildirildiği gibi, “hiçbir kuşkuya kapılmadan iman etmek”, gerçek imanın temel esaslarından biridir. Nitekim Müslüman Allah’ın varlığına kesin olarak inanıyorsa, imanında hiçbir şekilde tereddüte düşmez, Allah’ın her an kendisini gördüğü ve işittiği gerçeğinin bilincinde davranır, hayatı boyunca Allah’ın emir ve tavsiyelerine uyar, O’nun emrettiği güzel ahlakı kayıtsız şartsız uygular. Öte yandan ahiretin varlığından öyle emindir ki, her an ölümle karşılaşacakmış ve hesaba çekilecekmiş gibi yaşar. İşte bu iman, Allah’ın Kuran’da bütün Müslümanlara emrettiği iman şeklidir.

Ayette gördüğümüz gibi, Allah, Kendisi’ne ve Peygambere iman eden ve ardından hiçbir kuşkuya kapılmadan Kendi yolunda — dinsizliğe, ateist düşüncelere karşı fikri anlamda — mücadele verenlerin yüksek iman gücünü övmektedir. Ne var ki iman ettiğini söyleyen her insan, burada bahsedilen iman derinliğine sahip olmayabilir. Allah Kuran’ın pek çok ayetinde zayıf imanlı kişilerden de bahsetmekte, bu kişileri gereği gibi iman etmedikleri için şöyle uyarmaktadır:

İnsanlardan kimi, Allah’a bir ucundan ibadet eder, eğer kendisine bir hayır dokunursa, bununla tatmin bulur ve eğer kendisine bir fitne isabet edecek olursa yüzü üstü dönüverir. O, dünyayı kaybetmiştir, ahireti de. İşte bu, apaçık bir kayıptır. (Hac Suresi, 11)

Hiç şüphe yok ki gerçek anlamda iman eden bir insan Allah’a bütün benliğiyle teslim olur ve Allah’ın razı olduğu ahlaktan hayatının hiçbir anında zerre kadar dahi olsa ödün vermez. Uykusuz da olsa, ihtiyaç içinde de bulunsa, fiziki bir yorgunluk hali de olsa Allah’ın razı olmasını ummduğu en nesih, en derin, en güzel ahlakı gösterir. Her şart altında en güzel sözlü, en mülayim, en dirayetli, en cesur, en sabırlı tavır içinde olur. Tarih boyunca yaşamış olan tüm peygamberlerin sahip olduğu bu iman derinliğine Allah’ı çok seven, Allah’a olan sevgisinden derin haz duyan, O’ndan gereği gibi korkan ve yalnızca O’na yönelip dönen her Müslüman ulaşabilir. Önemli olan Allah’a yakınlıkta daimi bir kararlılık ve çaba göstermesi, Allah’tan başka hiçbir gücün olmadığını hiç unutmaması, hayatının her anında yalnızca O’nu dost ve vekil edinmesidir. Gerçek imanın bütün bu gerekliliklerini canı gönülden aşkla yerine getiren bir mümin dünya hayatını adeta cennetten gelmiş bir insan gibi yaşar. Küsme, öfkelenme, telaşa kapılma, panik olma, korkma, üzülme gibi Kuran ahlakından uzak tavırları asla üzerinde barındırmaz. Böylelikle peygamberlerin, velilerin iman derinliğine benzer, Allah’ın razı olduğu kulları arasına girmeyi kuvvetli bir şekilde umabilecek bir iman olgunluğuna erişmiş olur.

Hiçbir kuşkuya kapılmadan, derin bir aşk ve keskin bir kararlılıkla elde edilen yüksek iman derinliğini anlamak için Allah’ın Kuran’da bizlere örnek verdiği peygamberlerin hayatlarını inceleyebiliriz. Örneğin Hz. İsa (as) gerçek imana sahip olan bir insanın davranış biçimini yaşamının tüm safhalarında sergilemiştir. Başına gelen zorluklar karşısında her zaman Allah’a bağlı kalmış, her şeyde hayır görmüş, asla telaşa kapılmamış, akılcı ve olgun tavrını hep korumuştur. Havarilerinden bazılarının zayıf olan imanı karşısında onları o şekilde yaratanın Allah olduğunu bilerek olgunlukla davranmış, onları şefkatle doğru yola çağırmış, imanlarının güçlenmesi için Allah’a yönelip dönmüştür:

Havariler: “Ey Meryem oğlu İsa, Rabbin bize gökten bir sofra indirebilir mi?” demişlerdi. O da: “Eğer inanmışlarsanız Allah’tan korkup-sakının” demişti. (Bu sefer Havariler:) “Ondan yemek istiyoruz, kalplerimiz tatmin olsun, senin de gerçekten bize doğru söylediğini bilelim ve buna şahidlerden olalım” demişlerdi. Meryem oğlu İsa: “Allah’ım, Rabbimiz, bize gökten bir sofra indir, öncemiz ve sonramız için bir bayram ve Sen’den de bir belge olsun. Bizi rızıklandır, Sen rızık vericilerin en hayırlısısın” demişti. (Maide Suresi, 112-114)

Allah kendisini sorguladığında ise çok güzel bir karşılıkla Allah’a yönelmiş, O’nu övüp tesbih etmiş, saygı ve teslimiyet dolu sözleriyle O’na olan derin sevgisini ve bağlılığını göstermiştir. Aşağıdaki ayetler incelendiğinde Hz. İsa (as)’ın üslubundaki candanlık, samimiyet, Allah’a duyduğu derin saygı ve güçlü Allah sevgisi derhal fark edilir. İşte bu samimiyet ve derinlik Allah’a olan derin sevginin, güçlü Allah korkusunun, yüksek iman derecesinin açık bir göstergesidir:

Allah: “Ey Meryem oğlu İsa, insanlara, beni ve anneni Allah’ı bırakarak iki ilah edinin, diye sen mi söyledin?” dediğinde: “Seni tenzih ederim, hakkım olmayan bir sözü söylemek bana yakışmaz. Eğer bunu söyledimse mutlaka sen onu bilmişsindir. Sen bende olanı bilirsin, ama ben Sen’de olanı bilmem. Gerçekten, görünmeyenleri (gaybleri) bilen Sen’sin Sen. Ben onlara bana emrettiklerinin dışında hiçbir şeyi söylemedim. (O da şuydu:) ‘Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin.’ Onların içinde kaldığım sürece, ben onların üzerinde bir şahidim. Benim (dünya) hayatıma son verdiğinde, üzerlerindeki gözetleyici Sen’din. Sen herşeyin üzerine şahid olansın. Eğer onları azablandırırsan, şüphesiz onlar Senin kullarındır, eğer onları bağışlarsan, şüphesiz aziz olan, hakim olan Sen’sin Sen.” (Maide Suresi, 116-118)

Peygamberleri kendisine örnek alan bir mümin de karşılaştığı olaylarda her zaman Allah’a yönelip döner, Allah’ın beğenmeyeceği bir tepki vermekten şiddetle kaçınır, korkma, kızma, öfkelenme, sinirlenme, küsme, panik olma gibi basit davranışları kendisine asla yakıştırmaz ve her zaman yüksek imanlı bir mümine yakışır şekilde asil ve olgun davranarak Allah’a ve Kuran’a bağlı kalır.